hesabın var mı? giriş yap

  • ogrenilmesi ve ogretilmesi aslinda o kadar zor olmayan, ancak ogrenildikten sonra da ogrenciler arasinda asiri kullanima maruz kalan tense. ben bu zamani ogretirken 4 bolume ayiriyorum. hepsinin ortak noktasi, bitmeyen, devam eden bir surec. bu bitmeyen olgu zaman da olabiliyor, eylem de. ogrenci bunu sonradan kendi kesfederse sorun kalmiyor.

    1- kisisel deneyimler. have you ever been to london, have you ever eaten sushi, i have never made a cake, i have been to istanbul twice, vb. burada ogretilen soru kalibi ise how many times sorusudur.
    bu kategoride ogrenciler hayatlarinda olmus ya da olmamis eylemleri anlatiyorlar. sorun eylemlerin bitip bitmedigi degil, zaman kavrami olarak algiladigimiz hayatin surmesi. tecrube edilen eylemleri ve icinde bulundugumuz hayatta kac kere meydana geldigini bu tense ile aktariyoruz. burada past tense ile arasinda olan ayrimi yapmak icin when sorusu durumu da netlestirir. for example,

    + have you ever been to paris?
    - yes, i have.
    + how many times have you been to paris?
    - i've been there three times.
    + when did you last go to paris?
    - i went there two years ago.

    when sorusu bitmis eylem ve zaman dilimini bize gostermektedir. gecmiste kalmistir ve past ifadelerle kullanilmasi gerekir.

    2- eylem bitmis, etkisi hala devam etmekte olan durumlarda present perfect tense kullanilir. bu kavram belki de en cok karistirilandir. sonucta eylemin bittigi asikardir, neden past tense kullanilmadigi ogrenciler tarafindan irdelenmektedir. ogrencilere "henuz bitmis eylemin" zaman olarak nasil ifade edildigini sorarsak bu "henuz"un kisiden kisiye ve durumdan duruma goreceli bir zaman oldugunu aciklamis oluruz. burada ogretilen "just" ifadesidir. bu kategori resimlerle ogretilirse daha uygun olacaktir. for example,

    daginik mutfak, elinde pasta ile poz veren bir adam. "he has just made a cake". eylem bitti, etkisi devam etmekte. etki olarak daginik mutfak. eylem ne zaman bitti, henuz. henuzden kastimizin ne oldugu yukarida da belirtildigi gibi degisken. bes dakika da olabilir, 30 saniye de. bu yuzden bu tense kullanilir aciklamasi yeterli olabilir.
    ancak, "just" zaman ifadesi ogretilirken yeni bitmis eylemler icin kullanildigini soylemekte fayda var. mesela, ayagi kirilmis, alciya alinmis bir adam icin "he has just broken his leg" denemez. eger "just" deseydik adam agridan kivraniyor olmasi gerekiyordu. onun icin he has broken his leg deriz. burada neden perfect tense kullanildigi sorulur ogrenciler tarafindan. belli bir zaman ifadesine referans edilmedigi, eylemin bittigi etkisinin devam ettigi, ancak eylemin henuz yapilmadigi, uzerinden goreceli bir zaman gectigini soylemek aydinlatici olabilir.

    3- belli bir zaman dilimi icersinde yapilmis ya da yapilmamis eylemler icin kullanilir. onemli olan zaman diliminin hala icinde bulunmamiz gerektigidir. eylemler eger yapilmissa already, just, recently vb. zarflar kullanilir. yapilmamissa "yet" kullanilir. yet, ayni zamanda sorularda kullanilir. wh questions olarak bilinen sorularda daha cok so far tercih edilir.
    bu tensein bu kategorisi genelde gunluk rutin islerimiz uzerinden orneklerle gosterilir. mesela, read a newspaper, have dinner, speak to mum, brush teeth, talk on the phone, drink coffee, vb. gunluk rutin eylemlerin ogrencilere hangilerinin yapilip hangilerinin yapilmadigini sorarsiniz. daha sonra biten ve de daha yapilmamis eylemler icin kullanilan uygun zaman zarflarini sunarsiniz. burada aciklamaniz, zaman dilimimiz olan gunun halen devam ettigidir. bu kategori sadece gun degil, icinde bulunan yil, ay, hafta, mevsim gibi bitmeyen zaman dilimlerinde yapilan ya da daha yapilmamis eylemlerde kullanildigi hatirlatilmalidir. bu yonuyle 1. kategori ile benzerlik tasimaktadir.

    4- gecmiste baslayip, hala devam eden eylemler icin kullanilir. mesela live in turkey, have a car, be a student/a worker gibi eylemlerin gecmiste basladigi zamanlar sorulur. eylemin hala bitmedigi, gunumuzde de surdugu icin present perfect tense kullanildigi aciklanir. zaten ogrenci diger uc kategoriyi gordukten sonra bunu kolayca kavrar. burada ogretilen zarflar "since" ve "for" zaman zarflaridir. wh sorusu da "how long" dur. since icin baslangic zamani, for icin de bir zaman periyodu oldugunu aciklamak ve ayni ornek uzerinden gostermek faydali olur. for instance,

    i've had a car since 2003. (since kullanilmistir cunku 2003 bir baslangic zamanidir.)
    i've had a car for 6 years. (for kullanilmistir cunku 6 yil bir baslangic zamani degil, bir tarih araligidir.)

    aralarda bir yerlere been/gone ayrimi sikistirirsaniz daha acik olur. been, gitti geldi, gone, gitti henuz gelmedi olarak kisa sekilde uzerinden gecilir. for example,

    where have you been? you are late : been kullanilmistir cunku konusmaci karsimda. bir yerlerde bulunmus, gitmis gelmis.
    where is ali? he's gone to the supermarket. : gone kullandik cunku ali yok burada. gitti supermarkete, su an burada degil.

    goruldugu gibi belli basli 4 kategorisi var. hepsinin de ortak noktasi devam eden, bitmeyen eylem ve zamanlar arti goreceli bir zaman olgusu. ogrenciler bu zamana biraz tedirgin yaklasiyorlar, ancak iyi yontemlerle ogretilirse sorun kalmiyor. diger tenselerin aksine, birden fazla durumda kullanildigi icin gereksiz kullanima acik bir tense. yani bitmis olaylar icin de kullaniliyor, past tense yerine.

  • benim gibi çocuklar yaptığında abukluk değil gerizekalılık oluyor sanırım.

    peluş bir eşeğim vardı. babaannem getirmişti alamanya'dan. çok severdim. ama oyuncağın gözleri yapıştırmaydı ve bir süre sonra mıncırmaya dayanamadığı için teker teker düştü gözleri. gözsüz kaldı hayvan.
    her gece diğer tüm oyuncak bebekleri yatağımda yan yana yatırırdım ve o eşeğe hep en güzel yeri verirdim. sonra da başlardım diğer tüm oyuncaklarımı dövmeye. "o kör! neden kötü davranıyorsunuz ona. özürlü o özürlü " diye. "engelli" deseymişim keşke.

  • istanbul'da işle ev arası mesafeyi yürüyerek kateden şanslı azınlıktanım. kışın biraz zor oluyor ama alıştım.
    annemle babamın haklı telkinlere rağmen kahvaltı yapmadan evden çıkmayı tercih ediyorum, hem uyku daha tatlı geldiğinden hem de sabah uyanır uyanmaz yemek yeme fikrini bir türlü benimseyemediğimden.
    evden kahvaltısız çıktığım için her gün aynı pastaneden iki tane peynirli poğaça alıyorum. midem ezilmeye başladığında yemek için.
    pstanedeki çalışan kızlar birkaç kez değişti. sonuncu epeydir duruyor. her gün aynı şeyi alınca beni kapıda gördüğü an hazırlıyor poğaçaları sağolsun.

    bir gün, klasik "günaydın" "kolay gelsin" "hayırlı işler" vb diyaloglar dışına çıktık:

    "abla sen kaçıncı sınıfa kadar okudun?" diye sordu.
    "neden" dedim.
    "hiiç, merak ettim" dedi.

    meğer okutmamış ailesi mihriban'ı. ilkokul 4 sınıfa başladığı senenin ilk döneminde okuldan alıp çalıştırmaya başlamışlar. evin yemek, temizlik işleri de ona aitmiş. ama bir yerlerden 'dışardan bitirme' diye bir şey duymuş. bilgim varsa yardımcı olabilir miymişim, çünkü işten pek vakti kalmıyormuş soruşturmak için. zaten nereye sorması gerektiğini de bilmiyormuş. hem diploması olursa daha iyi bir iş bulabilirmiş, öyle demişler.

    -----------------
    hayatınızda kaç kişi size "kaçıncı sınıfa kadar okudun" diye sordu.
    -----------------

    olayın güzel kısmı doğru kişiye sormuş olması. belediyenin ilgili birim başkan danışmasıyla çalışıyorum. hemen anlattım kendisine durumu. ertesi gün görevli arkadaşlar pastaneye gidip mihribanla tanıştılar. işten arta kalan zamanlarında ders çalıştırdılar. diğerleri kolaymış ama matematik biraz zormuş, öyle dedi mihriban.
    girdiği tüm sınavlardan en yüksek notu o aldı.
    geçme notu 45 iken 60 aldığı için üzüldü. (sınıfta alınan en yüksek not 60 bu arada)

    ailesi hoşlanmamış, öyle ders çalışmalardan sınavlara girmelerden, izin vermemişler, önünü kesmişler ama kafa tutmuş, kavga etmiş. bazı sabahlar gözleri dolu dolu oluyordu, ama soramıyordum..

    velhasıl, geçen hafta ilkokul diplomasını aldı mihriban. yüzünde kocaman bi gülümsemeyle, her günkü iki poğaçamı almaya gittiğimde söyledi. şimdi sıra orta okuldaymış. daha da zorlanacağının farkındaymış ama yapacakmış.

    aferin sana. ben de inanıyorum yapacağına.

    seneler sonra editi: mihribanla iletişimimiz kesildi maalesef. en son iki çocuk annesiydi. yolu, bahtı açık olur umarım.

  • "iphone'lar blackberry'lerden sonra telefonu duvara atıp kırmalarda bi azalma oldu di mi, havasını sevdiğim atarlı sevgililer:))"

  • "bizim zamanımızda elimize erkek eli değmezdi" diyen babaanneler; siz 13 yaşında evleniyormuşsunuz zaten, 5 yaşında da elletmeyiverin bi zahmet.

  • ben gibi olmalı, bana çok benzemeli, ben ona nasıl davranıyorsam o da bana öyle davranmalı. zaten tezer özlü çok güzel söylemiş ;

    "insanın başkalarına söyledikleri, kendi duymak istedikleridir. yazdıkları, okumak istedikleridir. sevmesi, sevilmeyi istediği biçimdedir."

  • yapamadığımdır.

    aklım o mesajda kalıyor arkadaş.karşımdaki nasıl bu kadar manyakça geç yazabiliyor anlamıyorum.mal sanki dünyayı yönetiyor.

    geç yazan insanlar için en güzel temennim 'umarım ölmüştür.'

    debe editi: bir anlik sinirle yazilmis entryme destek vererek yalniz olmadigimi hatirlatan herkese tesekkurler efenim.

    mesajlariniza erkenden cevap alabilmeniz dilegiyle.

  • tam olarak adı;
    erwin johannes eugen rommel

    nazi generali,
    taktiksel deha,
    iyi bir insan,
    yahudi soykırımına tepkili.
    askerlerini seven biri.
    hatta basına araçların içinden veya tankların önüne geçip "haberim yokmuş gibi çek panpa" kıvamında pozlar veren bir kendini beğenmiş.
    yine de alçakgönüllü.
    karısına her saniye aşık bir romantik.
    iyi bir baba.
    esir askerler susuz kalmasın diye kendi askerlerinin suyunu azaltacak kadar insancıl.

    erwin rommel;
    evet,
    o; herşeye rağmen tankların efendisi.

    çok önemli iki cephede (el alamein ve normandiya çıkarması) hüsrana uğramasına rağmen bir general nasıl olur da tüm dünyada "dünya'nın en iyi komutanlardan biri" olarak adlandırıyordu ki?

    veya adolf hitler'e bağlılık yemini etmemiş tek general, nasıl oluyor da hitler'in en güvendiği ve sevdiği generali oluyordu?

    ingiltere başbakanı winston churchill, nasıl oluyordu da düşmanı konumundaki bu general için "singapuru kaybettik, dogudaki topraklarımiz elden gidiyor. ama savaşın tüm karışıklığına rağmen şunu diyebilirim ki, en azından karşımızda rommel gibi çok cesur ve yetenekli bir general var." diyecekti?

    nasıl oluyordu da, tüm nazi generalleri führer'e rapor verirken korkudan gerçekleri sakladıkları halde bu konutan takır takır konuşabiliyordu?

    düşman cephelerdeki askerler tarafından ilahlaştırıldığı ve hayran olunduğu için adı bile yasaklanıyordu. sahi nasıl yapabiliyordu tüm bunları?

    erwin rommel;
    aslında "asker" olarak doğanlardan biri değil. öyle ya, tarihte bir çok komutan veya insan, kendisini "asker doğmuş biri, askerlik için doğmuş biri" olarak tanımlar. halbuki rommel, 124'üncü württemberg piyade alayında yedek subaylık döneminde bir an önce sivil yaşama geri dönmeyi düşlerken, ailesi tarafından; -tam da bizim ülkede olduğu gibi- sırtını devlete yaslaması ve iyi bir iş imkanı olduğu gerekçesiyle ikna ediliyor asker kalması için.

    aslında mühendislik okumuş, kafası çok çalışan bir mühendis. hatta 14 yaşında bir arkadaşıyla 1'e1 ölçekte planör yapacak kadar kafası çalışan bir mühendis. hayatına da bu şekilde devam etmek isterken ailesini de kıyamayıp yedek subaylıktan sonra nazi'lerin ordusunda kalıyor ve yıldızı çabuk parlıyor.

    piyade subayı olarak 1912'de teğmen olarak görevine başlıyor.

    bazı savaş akademilerinde öğretmenlik yapıyordu. teğmen olduktan tam 25 yıl sonra; yani 1937'de ordudayken yazdığı ınfanterie greift an, yani piyade hücumu isimli bir kitap yayınlıyor.
    bu kitap sayesinde rommel ismi'de hitler'in kulağına kadar gidiyor ve hitler'in ilgisini çeken rommel, önce hitlerjugend, yani hitler gençliği isimli ordunun eğitimine, daha sonra da albay olarak neustadt'daki savaş akademisi komutanlığına atanıyor.

    rommel'in yıldızı parlıyor,
    hitler' ile temas edebilen sayılı asker arasına giriyor. bu arada kitap yazmaya devam eden rommel, piyade hücumu'ndan sonra tank hücumu isimli (panzer greift an) ikinci kitabını yazsa da bitiremiyor. ancak kitaba dair önçalışmalardan hitler dair herkesin haberi oluyor.

    rommel'in kitaplarından da hayli etkilenen adolf hitler; rommel'i, kendisini koruyan özel birliğin (lssah führer-begleit bataillon) başına getiriyor.

    rommel artık adolf hitler'in en yakınında bulunan komutanlardan biri haline geliyor.

    yıl 1940.
    hitler almanya'sı fransa işgaline hazırlanıyor.

    fransa ile savaş planları yapılırken ve harekata 3 ay gibi bir zaman kalmışken, rommel, hitler'in yakınında olduğu için özel bir istekte bulunuyor ve bir tank tümeni yönetmek istediğini iletiyor.
    hitler'de bu isteği geri çevirmiyor ve rommel'in tankların efendisi olacağı süreç almanya 7. panzer tümeninin komutanı olmasıyla başlamış oluyor.

    7. panzer tümeni'nin kazanacağı başarılar sonunda bu tümdenden gespenster division yani hayalet tümen olarak bahsedilecektir.

    rommel, ilk taktik deneyimlerini fransa'ya karşı bu tümende oluşturmuştur.
    taktiğinin 2 basit temeli vardı;
    hızlı ve şaşırtıcı olması.
    kısacası, yıldırım savaşı.

    zaten rommel'in bundan sonraki tüm savaşlarının da geleneği olacaktı hız ve şaşkınlık yaratma isteği.
    kim bilir, onu sıradışı yapan da belki bu şaşırtma isteğinin fazlaca öne çıkmasıdır.

    rommel, hayalet tümeni ile birlikte arras bölgesinde ingilizlerin saldırısını kolayca püskürtmeyi başarmış ve manş denizine çıkmıştır pamzer tümeniyle beraber. rommel o kadar hızlı hareket ediyordu ki, ordunun diğer piyade birimleri günler sonra ulaşacaktı rommel'in çıkmayı başardığı manş denizi kıyılarına.

    rommel'in taktiklerinden bahsetmek gerekirse, yıldırım savaşı adını verdiği taktik içinde tanklara manevra yaptırarak ve bir yay çizerek her taraftan düşman mevzilerine girip hem onları şaşırtıyor, hem de toparlanıp saldırmalarına imkan vermeyecek düzeyde hızlı hareket ederek düşman mevzilerinin bir çoğunu ele geçirmiş oluyordu.

    fransız ve ingilizlere karşı kazandığı başarılar sonucunda terfi etti ve 15. panzer tümeni'nin başına geçirildi. 15. panzer tümeni, daha sonra italya'ya yardım için libya'ya gönderilecekti ve rommel'in afrika macerası da 15. panzer tümeni ile birlikte başlayacaktı.

    bu arada bir soluklanıp rommel'in özel hayatından da kısa notlar verelim.
    dedik ya karısına aşık bir romantik diye;
    eşi lucia maria rommel ile 1911'de daha maria 17 yaşında iken tanıştılar. ilk görüşte aşk nasıl birşey ise o aşkı daha ilk görüşte yaşadı rommel. 1916 yılında evlendiler. 1928 yılında ise bir oğulları oldu. manfred rommel.

    erwin ve maria rommel çifti birbirlerine tutkuyla aşıktılar. aslına bakarsanız rommel'in maria'dan başka sırdaşı da yoktu.
    yani hem eşi ve çocuğunun annesi, hem de en büyük sırdaşı idi.
    hatta öyle ki, girdiği savaştaki tüm taktik ayrıntılarını dahi eşine yazdığı mektuplarda paylaşıyordu. en ince detaylara kadar.

    oğulları manfred rommel'e de bir pencere açmak gerekirse;
    2013 yılında ölen manfred; 1974 yılından 1996 yılına kadar stuttgart belediye başkanı olarak görev yapacaktı.
    aslında bu durum, alman toplumunun erwin rommel'e bakış açısını da yansıtıyor.
    öyle ya, nazi döneminden ve nazi subaylarından nefret eden almanlar, erwin rommel'i öylesine sevip benimsediler ki, oğlunu uzun süre siyasette de desteklemişlerdir.

    biz yine savaşlara geri dönelim;
    fransa işgali ve manş denizine kadar çıktıktan sonra terfi eden ve 15. panzer tümeni başına getirilen rommel, afrika yolcusu olacaktı.
    çünkü görev yaptığı tümen mussolini'nin italya'sına yardım etmek için afrika'da ingilizlerle çarpışıyordu.
    aslında çarpışmaktan ziyade, ingilizler rommel gitmeden önce hem almanya hem de italya kuvvetlerine büyük kayıplar verdiriyordu.
    belki de bu yüzden hitler, rommel'e afrikadaki ordularıba savunmada kalması için görev verecekti.
    ama ne savunması?
    rommel gider gitmez toparladığı italyan ve az miktardaki alman askerleri ile ingilizlere hucuma geçmiş ve onlar hayli kovalamıştı afrika topraklarında.

    afrika rommel için en tuhaf taktiklerin uygulandığı, zaferler ve bozgunlar yaşadığı bir coğrafya olacaktı.
    ayrıca "çöl tilkisi" lakabını da buradaki cinliklerinden dolayı alacaktı.

    bu arada kişisel bir görüş belitmeliyim ki; rommel rusya ile olan savaşta yani doğu cephesinde hiç savaşmamıştı. oraya gönderilseydi kimbilir belki rusya'ya karşı bir zafer kazanıp bugün yaşanan tarih çok farklı bir şekilde yaşanacaktı.

    afrika'da zaferler üst üste gelirken, ingilizler ordularına general yetiştiremez olmuşlardı.
    sürekli general değiştiriyorlardı.
    en son, daha sonra rommel'in de başının tatlı belası olacak bernard montgomery geçmişti ingilizlerin ve müttefik kuvvet ordularının başına.

    afrika toprakları, bu iki harika ve efsane komutanın taktiklerine ve birbirine karşı üstünlük kurma çabalarına tanıklık etmeye başlayacaktı.

    iki general, birbirlerinin yapacakları hamleleri önceden tahmin etmeye çalışıyor, afrika ropraklarında resmen satranç oynuyorlardı.
    rommel afrika'da harika taktikler geliştirmeye başlamıştı.
    çünkü çılgının biriydi.
    toz bulutu çıkarması için motorlar yaptırıyor, böylelikle ordusunun daha fazla görünmesini sağlamaya çalışıyordu.
    çılgınlıktı belki ancak işe de yarıyordu.
    ancak bu sefer karşısında ingiliz komutan bernard montgomery vardı ve artık ingilizler alman, italyan saldırıların ı geri püskürtüyor, hatta büyük kayıplar verdiriyordu rommel'in ordusuna.
    savaşın rommel için yolunda gitmemesinin nedenlerinden biri de artık çok zorlaşan ikmal sorunlarıydı.
    yiyecek, içecek, yakıt gibi ihtiyaçlar için malta'dan yapılan lojistikte sorunlar yaşanıyordu.
    rommel'in ordusu çoğunlukla zor durumda kalıyordu.

    afrika'da 1. ve 2. olan el alamein savaşları ise rommel ile montgomery arasındaki müthiş hamlelere sahne olacaktı.
    rommel'in az sayıdaki ordusu ikmal sebepleri yaşasa dahi göğüs göğüse çarpışıyordu.
    hem piyadeler hem de tanklar gövde gösterisi yapıyordu afrika'da.

    rommel'in şeytanın bahçeleri adını verdiği bir diğer dahiyane taktiği de el alamein'de yaşanacaktı.

    rommel 2. el alamein savaşında çekilirken vakit kazanmak için büyük bir bölgeyi mayınlattı.
    elinde az sayıda mayın olmasına karşın, 1 mayın ve çevresine 10-15 konserve kutusu gömdürüyordu.
    ingilizler ise mayınları temizlerken, konserve kutularını da mayın sandıkları için, temizlerken zorlanıyor hatta bitmek bilmeyen bu mayın temizliğinden illlallah ediyorlardı.

    rommel'in elinde yıpranmış ve az sayıda bir ordu, karşısında ise devasa ingiliz ve amerikan kuvvetleri vardı.
    ancak rommel küçücük birlikleriyle, özellikle amerikan kuvvetlerine karşı müthiş operasyonlar yapmaya devam ediyordu çekilirken bile.
    özellikle kasarin geçidindeki büyük çatışmada zaten küçük olan ordusu 1000 asker ve 20 tank kayıp verirken amerikalıların ordusu 6.000 asker, 183 tank ve 200 top kayıp vermişti.

    ayrıca belirtelim ki; afrika'da ilk kez birşey deneyip başarılı da oalcaktı.
    uçaksavar olan 88mm topları tanksavar olarak kullanıp düşman tanklarına büyük zaiyat verecekti.
    bu da harika bir fikirdi.

    mussolini'nin, artık afrika'daki savaşı kazanamayacağını anlayıp italyan askerleri geri çekmesiyle yalnız kadı ve zar zor, en az kayıpla ordusunu tunus'a kadar geri çekerek savaşı mağlup olarak bitirdi.

    he rne kadar savaşı kaybettiyse de; geri çekilirken bile daha az askeri kayıp vermek istemesi ve askerlerinin bir çoğunu sağ salim geri çekmesi, takdirle karşılanmıştır.

    şunu da belirtelim ki,
    afrika'da ordusu en büyük kayıplar aldığı zaman ve belki de savaşı kaybetmesine neden olan bozgunlar sırasında berlin'de idi. kendi hastalığı nedeniyle.
    ne garip tesadüftür ki;
    fransa kıyılarında, özellikle normandiya çıkarması sırasında ve yine o baş belası bernard montgomery'e karşı bozguna uğradığında bu sefer de eşinin hastalığı nedeniyle berlinde olacaktı.
    yani aslında tüm bozgunlarını, ordusunun başında olmadığı sırada aldı.
    evet, afrika bitmişti ve şimdi fransa kıyıları macerası başlayacaktı.

    tunus'tan almanya'ya döndü. führer'e rapor verdi.
    hitler ise yenilgiyi kabul etmeyip o'nun yine afrikaya dönüp savaşa devam etmesini istiyordu.
    rommel ise hiç bir generalin yapamadığını yapıp hitler'e o savaşı kaybettiklerini yüzüne söylüyordu.
    hiç bir nazi generali, hitler'e en ufak bir olumsuzluğu itiraf etmeyip hep yalan söylerken korkularından, rommel rahayça en olumsuz olayları bile anlatabiliyordu.
    nazi generalleri arasındaki en taşaklı general rommel'di çünkü.

    yine bir paragraf açalım;
    hitler'in en sevdiği generali olduğu varsayımı aslında çok da rivayet değildi.
    hitler tüm generallerini ve komutanlarını genelde aşağılarken, rommel ile ne zaman konuşsa yüzü gülerdi.

    aynı yıl, yani 1943 yılında afrika savaşından sonra hitler tarafından fransa kıyılarındaki orduların başına getirildi.
    çünkü tüm müttefik kuvvetler'in fransa kıyılarından saldırıya geçeceği biliniyordu.

    rommel sahillere gittiğinde şok olmuştu; hitler ve daha önceki generaller bu sahillerden çıkarma olmayacağını düşünerek hiçbir önlem almamış, çok geride atlantik duvarı adı verilen yapılara önem vermişlerdi.
    rommel atlantik duvarı fikrini aptallık olarak gördüğü için, hemen sahillere direnç noktaları oluşturmaya başladı. çünkü 2 yıldır hazırlık yapılan bölgede, sahillerde hiç bir hazırlık yapılmamıştı. normandiya dahil fransız sahilleri savunmasızdı.
    ingilizlerin sahile çıktığı anda bir daha geri gönderilmneyeceklerini biliyordu.

    ilk iş olarak bütün sahilleri mayınlı bölgeler haline getirtti.
    denizden inecek tanklar için de engelleyiciler yaptırdı.
    tüm sahilleri kısa sürede savunma yapacak hale getirmek kolay değildi.
    sahillere toplam 50 milyon kadar mayın döşetmiştir.

    2. bozgun, yani normandiya hezimeti, eşi hastayken ve berlin'de karısının yanındayken gerçekleşecekti.
    ani bir baskın yiyen alman kuvvetleri, sahillerde ancak 500 askere 30.000 asker gibi devasa kuvvetle önlem almaya çalışıyordu.
    rommel ise baskını haber alır almaz oraya yöneldi.
    ancak gün sonunda varabildi.

    muazzam bir saldırı almışlardı.

    malesef yaptığı tüm öngörü ve tahminler tutmuş olmasına rağmen, yani çıkarmanın yapılacağı sahili bile bilmesine rağmen, ordunun gücünü çıkarma bölgesine anında toplayamadığı için savaş kaybedildi.
    nazilerin 3 yıldır hazırlık yaptığı kıyılar, 3-4 saat içinde kaybedildi.
    savaşın kaybedilmesinde, hitlerin daha önce hazırlıklara müdahale etmesi ve tankların yerini değiştiritmesi de büyük önemde rol oynamıştır.

    6 haziran 1944'de kıyıları kaybettikten sonra müttefiklerin ilerleyişinin önünü kesmek için birliklerini yönetirken 17 haziran 1944 yılında ingiliz savaş uçaklarınca bombalan makam arabasının içinde yaralandı.
    fransa'da bernay'daki sahra hastanesinde tedavi görmeye başladı.

    rommel bernay'da hastanede tedavi görürken 20 temmuz'da hitler'in doğu prusya'daki karargahı kurt ini, yani wolfsschanze'de hitler'e bombalı bir suikast girişiminde bulunuldu. bombayı genç ve idealist albay claus von stauffenberg patlatmıştı.

    schwarze kapelle grubu, albay claus von stauffenberg ve 20 temmuz olayını da başka bir entry'de uzun uzun anlatacağım.

    bomba patlamıştı lakin karargahtaki saldırıda bir çok nazi generali ölürken hitler şans eseri sağ kurtulmuştu.
    hitleri öldüremeyen bu muhalif schwarze kapelle yani siyah orkestra grubu da dahil 5000 kişilik nazi asker, subay, general ve sivil, bu saldırılarda rol aldıkları gerekçesiyle idam edildi veya intihara mecbur edildi.
    yargılamalar, führer'in yargıçlarınca yapılacaktı ve yargılananlar bu yargıçlarca mahkeme salonlarında yerin dibine sokularak hakaretlerle karşılacaklardı.
    sonunda 5000 kişinin yaşamına bu suikast olayı nedeniyle son verilmişti.

    evet, intihara mecbur edilenlerden biri de erwin rommel olacaktı.

    rommel mahkemelerde yargılanmadı ancak bir askeri komisyon tarafından gizli şekilde yargılandı.
    aslında rommel'in bu suikast ile ilgili ilişkisine dair hiç bir delil olmamasına karşın, bazı asker, subayların ifadelerine göre, rommel siyah orkestrası adına bağlantı kuran bir subaydan olayı dinledi ve hitler sonrası kurulacak yeni yönetimde bakanlık görevi istemişti.

    sadece söylentiler ve sözlü ifadeler dışında rommel'in suikast girişiminde rol aldığına dair hiç bir delil veya kanıt yoktu.

    kişisel görüşüm ise, elbetteki bu hareket içinde romal gibi bir çılgının olduğu yönünde.
    zira hitler'den hiç hazetmeyen ve onun ölmesinin daha doğru olduğunu kendisine yakın olan bir kaç subaya fısıldamıştır daha önce. ancak siyah opera üyeleri nin teklifine ne yanıt verdiği halen muallaktadır.

    onu gizli şekilde yargılayan askeri komisyondaki subay ve generaller de rommel'den nefret eden insanlardı.
    çünkü rommel, ön plana çok çıkmış ve herkesçe çok sevilen, sayılan bir generaldi.
    hatta yargılayan askeri komisyonda afrika'da rommel ile zıtlaşan alman generaller de vardı.
    elbette ki rommel ellerine düşmüştü ve o'nun hakkındaki kararı bu onu çekemeyen ve kişisel hırsları olan grup verecekti.

    komisyon, kararını verdi.
    hitler'de dahil komisyon üyeleri rommel halk tarafından çok sevildiği için, onun mahkemelerde yargılanıp idam edilmesi yerine ona intihar etmesi teklifini iletmeyi daha doğru buldular.
    çünkü bir halk kahramanı olan rommel'in idam edilmesi, halk tarafında hitler'e olan inancı kaybettirebilirdi.

    temmuz 1944 ile ekim 1944 arasındaki aylarda rommel'in evinin çevresinde de tuhaflıklar yaşanıyordu.
    evi sürekli sd, sicherheitsdienst, yani nazi partisi alt gurubu üyelerince izleniyordu.

    rommel bu takip edilme, izlenme, göztlenme çalışmalarından sonra başına ne geleceğini tahmin etmeye başlamıştı bile.
    çünkü o ön görüleriyle de ön plana çıkmış bir generaldi.

    14 ekim 1944..
    cumartesi.

    askeri komisyon ve hitler'in görevlendirdiği iki general rommel'in evinin kapısını çaldı.
    rommel hazırlandı ve generallerle beraber evden çıktı.
    evden son çıkışı olacaktı.
    olanları biliyormuş gibi; çıkmadan önce karısına son kez sarılacaktı.

    2 general ve bir şöförle beraber bir askeri araca bindiler.
    araç birkaç kilometre yol aldıktan sonra durdu.

    generallerden biri ve şöför araçtan indi.

    araçta sadece general burgdorf ve rommel kalmıştı.
    burgdorf, rommel'e o teklifi yapmaya başlamıştı.
    kendisine intihar etmesini, etmezse halk mahkemesine çıkarılacağını, kurşuna dizileceğini ve tüm onurunun zedeleneceğini, eşinin ve çocuğunun hiç bir haktan faydalanamayacağını söyledi.

    general burgdorf'a bir paragraf açalım.
    kendisi rommel'i yargılayan askeri komisyonda da üye idi ve rommel'in ısrarla suçu işlediği savunan ve öldürülmesini isteyen generallerden biriydi. hatta hitlerin sağ kolu olan bakanı, sırdaşı joseph goebbels bile rommel'in suçsuz olduğuna inanıyorken, onu bile etkileyip suçlu olduğunu kabul ettirmişti.
    ayrıca; kötü adamların en kötüsü joseph goebbels için de sayfalarca roman yazılabilir, onu da yazacağız elbette.

    rommel ailesinin tehlikede olmayacağı konusunda burgdorf'tan söz aldı ve cebinde evden getirdiği siyanur hapını içerek orada ve anında can verdi.

    rommel'in nasıl öldüğü halktan saklanacaktı.
    kendisi bir süre önce ingiliz uçaklarının bombalarından yaralandığı için durduk yere, aniden beyin kanaması geçirip öldüğü haberleri yayıldı.
    halkın böyle bilmesi sağlandı.

    rommel'i ölüme götüren hitler ise, yine yavşaklığını yapıyor ve saf-salak ayağına yatıyor, hatta rommel'in eşine telgraf çekiyordu.
    "kocanızın ölümüyle uğradığınız büyük felaket karşısında duyduğum içten yakınlığı lütfen kabul ediniz. rommel'in adı kuzey afrika'daki kahramanca savaşlardan hiçbir zaman ayrılmayacaktır."

    ancak hitler, yine de nedendir bilinmez, rommel için çok görkemli bir cenaze töreni yaptırdı ve iyi bir törenle gömülmesini sağladı.

    bu hareketi rommel'e hayran olduğu için mi yoksa rommel üzerinden halk için rol çalmak için mi yaptı bilinmez.
    büyük ihtimalle ikinci seçenek elbette.

    rommel'in tabuttaki son fotoğrafı da yıllar sonra yayınlanmıştır.

    rommel'in çok sevdiği eşi lucia maria rommel ise 26 eylül 1971 tarihine kadar yaşadı ve stuttgart'ta öldü.

    sadece almanların değil, tüm dünya'nın sevgi ve takdirini kazanmış general erwin rommel için halen ölüm yıldönümlerinde tören düzenlenir.

    rommel'in ünifıorması ve bazı kullandığı araç gereçler, halen alman tank müzesinde sergilenmektedir.

    erwin rommel.

    düşmanlarının bile hayran duyduğu taktiksel deha.
    bozgunlara rağmen tüm dünyanın en iyi komutanlarından biri.
    nefret edilen nazi döneminin en sevilen figürlerinden biri.
    iyi bir insan, iyi bir romantik, iyi bir aile babası.

    hem savunma hem de taarruz ustası.

    evet o; tankların efendisi.

  • elizabeth ninem officially olarak bu iki ergen tripli orta yaşlı yetişkine izin verecek mi vermeyecek mi henüz belli değil. saray, "kararlarına saygı duysak da süreç konusunda halen görüşme halindeyiz, biraz zaman alacak gibi görünüyor." demiş.
    sonuç her ne olursa olsun, bu olayın kraliyet ailesinin pek de umurunda olduğunu sanmıyorum, zira kendileri bu haber basına yansımadan çok daha önce kokusunu almışlar ve aman çok da fifi tadındaki şu paylaşımı zaten yapmışlardı. fotoğraf buckingham sarayı'ndaki taht odasında çekilmiş, kraliçe ilk üç resmi veliahtıyla birlikte. yeni yıl dileği adı altında yazılan metin ise oldukça manidar: "bu portre, yeni bir on yılın başlangıcını işaret etmek için yayımlandı."
    özetle kraliçe dahil herkes "biz tarafımızı seçtik." dedi.
    harry & meghan çiftinin ailede 5 liralık kredileri varsa, aldıkları bu karar ve akabinde aileye danışmadan yaptıkları açıklama zaten onu da bitirmiş gibi görünüyor. daha geçen ay, geçmişte reşit olmayan genç bir kızla cinsel ilişki yaşadığı gerekçesiyle öz oğlu prens andrew'in gözünün yaşına bakmayıp saraydan gönderen kraliçe, size hiç acımaz annem. nitekim kraliçe, yakında evlenecek olan torunu prenses beatrice'nin düğününe bile, babasının skandalı sebebiyle ambargo koydu. bana göre ayrılık gerçekleşse de gerçekleşmese de herkes adına hayırlısı oldu. herkesin rengi, çizgisi, duruşu artık belli. bazı durumların netlik kazanması, kraliyetin imajına "meghan ailede kimseyle anlaşamıyor, harry'nin de herkesle arasını açtı." dedikodularından çok daha az zarar verir. her iki cepheye de en az zarar getirecek şekilde itidalli bir sürecin yürütüleceği kanaatindeyim. prens harry'nin bundan sonra , kraliyet protokol kuralları bakımından prenses beatrice ve prenses eugenie'e denk, (kısmi olarak kraliyete bağımlı) bir konumda yaşamını sürdüreceğini düşünüyorum.
    genç kızlığa adım atmasıyla birlikte ailedeki varlığı, son zamanlarda basın önünde köpürtülmeye başlanan lady louise'nin, harry ve meghan'dan nispeten boşalacak yeri bir nebze dolduracağını tahmin ediyorum.
    harry de, meghan da "kraliyetten bağımsız şekilde para kazanabileceğimiz işlerde çalışmak istiyoruz." demişler. ben the crown'ın yapımcısı olsam, ileri sezonlarda kendisini oynaması için meghan'a teklif götürürdüm.

  • dünyada nasıl pek bilmiyorum sonuçta sivaslı biriyim, lakin türkiye'de böyle lan. çok komik ve ilginç bir olay.

    şimdi sokağa çık ekonomiye laf et, o an orada avel avel devriye gezmekte olan minimum 5-10 kişilik fakir devriyesi hemen üzerine atlar haline şükür ettirene kadar başından ayrılmaz ahahha.

    bu algıyı ilk kim aşıladı, cidden büyük adammış vesselam.